Kayıtlar

Sarı mı, kırmızı mı?

Resim
  Dünyada futbolun ilk ayak seslerinin duyulduğu yıllara dair birçok söylenti olsa da şimdi en çok takip edilen bu top oyunu 19. yy'ın ortalarında itibaren yazılı tarihe geçmeye başladı. Futbolda dair birçok yeni evrensel kural da yıllar ilerledikçe oluşmaya başladı. Kale direkleri, oyuncu sayıları, ofsayt kuralı, saha çizgileri ve hatta maçları yöneten hakem sayısı bile bir anda değil, bir süreç içerisinde meydana geldi. Ancak bir değişiklik var ki bu diğer kurallara göre çok sonra oluştu. Belki de resmileşti denmesi daha doğru olacak. Bunu detaylandırmadan önce bu değişikliğe neden olan hadiseyi anımsamak gerek. Tarihler 1966'yı gösterdiğinde futbolun beşiği İngiltere'de Dünya Kupası organizas-yonu gerçekleşiyordu. Grup maçlarını başarı ile tamamlayan iki ekip İngiltere ve Arjantin Kupa'nın çeyrek finalinde kozlarını paylaşıyordu. Maç golsüz bir şekilde ilerlerken Arjantin, daha iyi ve rakibine oranla daha sert oynayan taraftı. Karşılaşmanın orta hakemi Alman Rudolf K

Pis burun vurmak serbest mi?

Resim
  Sert şut çeken futbolcu deyince aklınıza ilk gelen isim Hami Mandıralı mı? Roberto Carlos mu dediniz? Yoksa Ronaldo mu? Yukarıdaki isimlerin hiçbiri bu yazının konusu değil. Bekir Refet Teker'den bahsedeceğiz. Yani nam-ı diğer 'Bombacı' Bekir. 22 Mayıs 1899 günü Kadıköy'de, Osmanlı topraklarında "gavur" icadı futbolun kendisini yeni yeni göstermeye başladığı dönemde dünyaya gözlerini açtı. Top ayağına o kadar çok yakışıyor ve haddinden sert şutlarıyla 'Abilerine' öyle goller atıyordu ki henüz 14 yaşında kendisini Fenerbahçe A Takımı'nda buldu. O sıralar bir Fenerbahçe antrenmanında çektiği bir şutta kale arkasındaki çimlerde otlanan mandayı öldürdüğü için bombacı lakabını almıştı Bekir. Antrenmanlarda kalecilerin korkulu rüyası olmuş, çektiği sert şutlar idman sahasının çok uzaklarına gidince antrenörlerinden azar yemeyi alışkanlık haline getirmişti. Ancak çektiği bu sert şutlar ilerleyen yıllarda onun hayatını değiştirecekti. İlerleyen yıllarda

Ben bu yaz nerdeydim?

Resim
  Başlığı okuyunca herkesin aklına aynı şey gelecektir eminim. Hababam Sınıfı Uyanıyor filminin beden eğitimi hocası Badi Ekrem'in 1976 yılında Montreal'de yapılan Olimpiyatları sonradan hepsi kült karakterler olacak haylaz öğrencilerine aktarırken kullandığı cümle. Montreal Olimpiyatları deyince aklımızı ilk gelen olay budur ancak 1976 yılı ve o Olimpiyatlar başka kıtada, başka bir insan için de farklı anlamlar ifade ediyordu. Bruce William Jenner. 1949 yılında New York'ta doğdu. Fiziği sayesinde çocukluktan beri birçok sporla uğraşmıştı. Kendisine konulan disleksi (öğrenme zorluğu) teşhisi belki de onu kaçış yolu olarak farklı branşlara yönlendirmişti. Güçlü, fiziği yerinde, yorulmaz bir kişilik imajı verirken atletizmde en zor branşlardan biri olan dekatlonu seçti. 1972 Münih olimpiyatlarında istediği derece yapamasa da Vietnam savaşından çıkmış ve soğuk savaş döneminin tam ortasında bulunan ülkesi ABD'ye Montreal'da düzenlenen 1976 Olimpiyatların

Efsane değil insan

Resim
Brezilya'da Dondinho lakaplı sıradan bir futbolcunun oğlu olarak 1940 yılında dünyaya gelmişti Edson Arantes do Nascimento. Bizim bildiğimiz adı ile Pele. Ülkesi 1950 yılında o meşhur Dünya Kupası finalinde kupayı Uruguay'a kaybettiğinde henüz 10 yaşındayken babasına dönüp, "Merak etme baba. Ben sana bu kupayı kazanacağım" demişti. Bu lafın üzerinden çok geçmeden ayakkabı boyacılığı yaparak kazandığı para ile aldığı kramponlar ayağındayken bunu başardı. Henüz 17 yaş 249 günlükken, İsveç'te düzenlenen Kupa'da harikalar yaratarak ülkesine tarihinin ilk Dünya Kupası'nı armağan etti. O zamana kadar futbolda onun kadar atlet bir oyuncu görülmemişti. Bu kupadan sonra ünü o kadar çok arttı ki modern futbolun ayak seslerinin duyulduğu 1950'lerin sonunda futbolun ilk marka futbolcusu oldu. Artık Brezilya'da Pele Kahvesi, Pele Diş Macunu gibi ürünler satılıyordu. Bu gibi reklam anlaşmaları sayesinde henüz 20'li yaşlarının başında milyoner olmuştu. Artık

"Bir zamanlar Türkiye'de"

Resim
" Futbol bir erkek sporudur"  diyen bir güruha karşı yıllarca ayakta duran bir spor insanı  Lale Orta. 1960 yılında gözlerini açtığı dünyada 11 yaşında iken ilk kez futbol topuyla tanıştı. İlk başlarda ailesi onu başka sporlara yönlendirmeye çalışsa da o meşin yuvarlağı çok sevdi. 16 yaşına geldiğinde Türkiye'nin ilk kadın futbol kulübü olan Dostlukspor'da kalecilik ve kaptanlık yaptı. Futbola çok meraklıydı ancak hayatını profesyonel sporcu olarak sağlayamayacağını biliyordu. O da başka alanlara yöneldi. Önce futbol maçlarında  foto muhabiri  olarak görev yaptı. "Yeşil zemine bir şekilde yakın olmak istiyordum. Kale arkasında foto muhabirliğini denedim ama olmadı" şeklinde açıklıyordu o günleri. Sonrasında 1985 yılında kader çizgisi yazılmaya başlandı. Türkiye Futbol Federasyonu , futbol antrenörlüğü kursuna bir kadın almayı kararlaştırmıştı. Aday olan iki kişinin arasında yapılan kura çekimini kazanan Lale Orta'dan başkası değildi. Kursu başarıyla tama

"Depresyondayım, unutuldum, aldatıldım..."

Resim
Sebastian Deisler. 1995 yılında 15 yaşında Mönchengladbach altyapısından içeri girdiğinde namı çoktan ondan önce gelmişti.Doğuştan var olan yeteneği ve sağ ayağı onu henüz çok genç yaşta Almanya' da çok popüler bir figür haline getirmişti. Almanya Milli Takımı'nın tüm alt yaş kategorilerinde görev yapmıştı. 98-99 sezonunda henüz 18 yaşındayken 2 milyon Euro bonservis bedeli ile başkente doğru yola koyuldu. Almanya'nın 'Harika çocuğu' Deisler, henüz 20 yaşında Hertha Berlin forması ile kendisini ispatlamış, kariyerinde toplam 36 kez sırtına geçireceği Almanya Milli Takım formasını ilk kez giymişti. Adı ülkenin en büyüğü Bayern Münih ile anılıyordu. Almanya'nın en saygı duyulan gazetesi Bild, onu 13 Ekim 2001 günü manşetine taşımış ve "Deisler sezon sonunda B.Münich'te. 20 milyon Mark kazanacak" yazmıştı. Alman futbolunun David Beckham'ı olarak gösterilen Deisler için aslında her şey o gün başladı. O günün akşamında Deisler, Hamburg'a karşı o

100 yıllık beddua

Resim
1900'lü yılların başında dünyaya geldi Bela Guttmann. Çocukluktan beri meraklı olduğu futbolu profesyonel olarak oynamayı denese de pek parlak bir oyuncu kariyeri olmadı. Guttmann sonrasında gözünü teknik direktörlüğe dikti. 2. Dünya Savaşı başlayana kadar dönemin Avusturyasında birkaç takım çalıştırdı. Yahudiydi. Hitler, tüm dünyanın altını üstüne getirmeye çalışırken Nazi Almanya'sının en faşist toplama kampı Auschwitz'e gönderilmekten son anda kurtuldu. Ancak babası ve kız kardeşi onun kadar şanslı değildi. Guttmann, ikisini de faşist toplama kampında kaybetti. Artık hayatta tutunacağı tek bir dal kalmıştı. Kendisini tamamen teknik direktörlüğe adadı. Milan, Apoel, Sao Paulo dahil bir çok farklı takımda görev yaptıktan sonra yolu 1959'da Portekiz ekibi Benfica'ya düştü. O zamanlar futbolda 'Devrim' olarak görülen 4-2-4 dizilişi ile oynatıyordu takımını. Lizbon temsilcisini, 1960-61 ve 1961-62 sezonlarında Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu yaparak Avrupa&